✿ Kitap Eleştirisi : Bab-ı Esrar : Ahmet Ümit ✿

17.9.15

Herkese günaydınlar !

İlk defa olarak bir yazıya sabahın köründe başlıyorum, sevinçliyim kendi çapımda ^^ Güzel bir Perşembe gününde daha birlikteyiz, bu arada sonbaharı ben iyiden iyiye hissetmeye başladım artık... Kışın gelmesini hem çok isteyen hem de bir o kadar istemeyenlerdenim... Her neyse. Bugün ne yapacağız peki, ne tür bir paylaşımımız olacak ? Bugün başlıktan da anlayacağınız üzere okuduğum son kitap olan Ahmet Ümit'ten Bab-ı Esrar'ı paylaşacağım sizlerle, üzerinde konuşacağız, eleştireceğiz... Hadi o zaman ne dersiniz, başlayalım mı?
*
Kitabımızdan ve sayfa sayısından söz etmeden önce alış hikayeme değinmek istiyorum. Kitap benim kendi kütüphaneme ait bir eser ve ben bu eseri A101'in indirim günlerinde çok hesaplı bir fiyata edinmiştim. Şimdilik kütüphanemde bulunsa da yakında bir takas listesi yapıp, Instagram üzerinden takas etmeyi düşünüyorum ^^
*
Kitabımız, benim okuduğum cep boy idi, 644 sayfa ve yazarın diğer tüm eserleri gibi Everest Yayınları'ndan çıkma...


Kitabı alırken aslında methini duyarak falan değil, hem uygun fiyatına hem de son zamanlarda Ahmet Ümit ile çok güzel anlaştığımızdan dolayı yazarın ismine bakarak satın aldım. Benim kitapları almadan hakkında okumak gibi bir huyum yok, muhtemelen hiç de olmayacak, çünkü okuyunca içimi soğukluk kaplayacak, kitaptan soğumama neden olacak şuursuz yorumlar da yer alıyor her yerde. Bu yüzden en iyisi, kafana göre takılmak, yazarı, kapağı, konuyu ya da neyi beğeniyorsan işte kafana yattıysa al gitsin. Kitap alış felsefemdir kendisi ^^


Kitabın ön ve arka kapağı Ahmet Ümit'in Everest çıkışlı diğer tüm kitaplarında da olduğu gibi standart seçilmiş. Yine en başta neon harflerle yazarın kocaman ismi, -ki yazarın isminin bu kadar büyük olmasını hiç estetik bulmuyorum- altında minik harflerle  kitabın ismi bu ikisi arasındaki sol tarafta uygun bir boşlukta kitapta yer alan kilit bir nesne, en alttada bir manzara veya kitapla alakalı seçilmiş büyük boy bir resim. Seviyor muyum bu tasarımları? Hayır. Ama mesela bir İstanbul Hatırası'nda ki eleştirisi hemen şuracıkta, ya da bir Sultanı Öldürmek kitabında onun da eleştirisi şuracıkta, kapak tasarımları enfesti, diyecek söz yok. Ancak yazarın bu eserinde kapak, konuya dair o kadar çok ipucu veriyor ki... Arka kapak desen zaten yazıdan başka bir şey yok, o bir sürü ipucu vermiş... Konuyu daha merak etmenize bile fırsat vermeden böyle ulu orta gösteren kapak tasarımlarını sevmiyorum, sevemiyorum ben. Hayır zaten arka kapak dolu dolu anlatıyor konuyu... Arka kapak metinlerini çok sevdim bu arada... Bence bir de ön kapakta bu kadar çok konuyu, içeriği belli etmenize gerek yoktu diye düşünüyorum ben ^^


Gelgelelim konuya... Karen Kimya Greenwood, Mevlevi bir baba ile Londralı İngiliz bir annenin kızıdır. Babası, bir derviştir ve şeyhinden izin alarak Londra'ya Karen'ın annesi için gitmiş ve orada bir müddet aile hayatı yaşamıştır. Ancak madde alemi onun maneviyatını doyuramayınca Londra'da tanıştığı Pakistanlı bir şeyh olan Şah Nesim adlı bir dervişle birlikte manevi yolculuğa çıkar ve karısıyla kızını terk etmiş olur. Babası onu terk ettiğinde küçücük bir kız çocuğu olan Karen, bu travmayı atlatamaz. Yıllar geçer ve Karen genç bir kadın olur, Nigel adlı sevgilisinden bir çocuk beklemektedir, ancak Nigel çocuğu aldırma taraftarıdır. Aynı zamanda özel bir şirkette sigorta eksperliği yapan Karen'a Konya'daki bir müşterilerinin İkonion Turizm'in Yakut Oteli'nde çıkan yangınını araştırma ve soruşturma görevi verilir. Karen hiç istemese de köklerinin bir kısmının olduğu Konya'ya gelir ve sorularına cevaplar aramaya başlar... Babası onları neden terk etmiştir? Konya'nın adıyla bütünleşen Mevlana ve Şems kimlerdir? Şems neden hiç sevilmemektedir? Yedi yüz yıl önce bu iki mana erinin arasında neler geçmiştir? İkonion Turizm sahtekar mıdır? Otel bilerek mi yakılmıştır? En önemlisi de karnındaki bebeğe ne olacaktır? Karen bu yolculukta Konya'da aradığı soruların cevaplarından fazlasını bulacaktır...



Evet konuyu sizlere biraz uzunca olsa da özetledim sayıyorum. Arka kapaktaki gibi süslü sözlerle olmasa da yine de kendimce paylaştım ben de. Konu gerçekten de etkileyici. Zaten yukarıda da söylediğim gibi ön kapaktan Mevlevilikle ilgili bir kitap olduğunu anlayabiliyoruz resmedilen semazenlerden dolayı. Ancak neyi ne kadar içerdiğini bilemiyoruz doğal olarak. Gelin şimdi bunlara bakalım...
*
Kitabı öncelikle gerçekten zorlanarak bitirdiğimi söylemeliyim ve biraz da hayal kırıklığıyla. Cep boydan okumak çoğu zaman pek çok kolaylık ve avantaj sağlasa da bazen de böyle insanı kitaptan ve okumaktan soğutabiliyor... Hayır kitap orijinaldi ve sayfalarda bir eksiklik, yazım yanlışları vs. yoktu. Sadece zaten kalın olan kitap cilt kadar bir kalınlığa ulaşmış o kadar. Ne çantama sığdırabildim, ne elimde taşıyabildim. Bir an önce bitsin istedim sadece fiziksel özelliklerinden dolayı. Gerçi bu benim tercihimdi, kitabı normal olarak da alabilirdim.


Her neyse. İçeriğine gelecek olursak; yukarıda konuyu aktarırken de kısaca bahsettim, kitap içerisinde kendini arayan, hayatını,babasını sorgulayan ve cevaplar bulmaya çalışan bir kadın var. Öncelikle karakterin bir kadın seçilmesi çok hoşuma gitti, başrolde bir kadın var... Üstelik yarı İngiliz. Vu-huuu! Etkileyici. Biz de bu cevap arayan kadınla oradan oraya savrulduk resmen. Kah yedi yüz yıl önce Şems ile yaşadık, kah günümüzde amatör polislik yaptık . Bence alanların fazlalığı nedeniyle bazı konuların asıl konunun önüne geçmesi sorunu vardı kitapta. Gerçi ana konu her zaman bir tane olmayabilir ama bence çok fazla ana konu rolüne bürünmüş yan konular vardı. Hangisine ne kadar fazla zaman harcandı bilemiyorum ama hepsinde ayrı ayrı bir macera yaşadık, bu kitabın bu kadar uzun sayfalı olmasını açıklıyor.
*
Kadın karakter demişken, ilk başlarda burnu beş karış havada kendini beğenmiş İngiliz havası varken bu kadında kitabın sonlarına doğru daha bir Türkleşti gibi geldi bana. Eh tabi bunda gerçekleri öğrenmenin de etkisi büyük.
*
Kitabın adından hiç söz etmedim, çok etkilendim: Sır Kapısı. Belki Sır Kapısı olarak yazılsa bu derece etkileyici ve akılda kalıcı olamazdı, çünkü televizyonda bir dönem belli kanalda birkaç dizi çekilmişti bu başlık altında. Komik olur hatta belki de alaya alınırdı, yazarı bu başarısından dolayı tebrik ediyorum.


Yukarıda çok fazla ana konu rolüne bürünmüş yan konu olduğunu söyledim. Peki sizce bizim ana konumuz hangisi? İkonion Turizm'in sahtekarlığını kanıtlayıp sigorta şirketinin parasını kurtarmak mı? Yıllar önce kendisini terk edip giden babasını bulmak ya da onun hakkındaki soruları cevaplandırmak mı? Şems ve Mevlana arasındaki ilişkiyi ve Mevleviliği anlamaya çalışmak mı? Yoksa özel hayatındaki sorunları mı? Ben seçim yapamadım, hepsi eşit derecede gerekli ve önemliydi ama hepsine ana konu muamelesi yapmak kitabı uzatmış. Ben bazı yerlerde o kadar sıkıldım ki, anlatamam, özellikle sonlara doğru biteceği yerde uzadı kitap. Gereksiz uzatmalar, Karen'ın hep birbirini taklit eden gereksiz iç çatışmaları, kendi düşünceleri vs. derken gereksiz tekrara da düşüldüğünü gördüm bazı noktalarda.


Şems ve Mevlana... Ah ben bu bu hikayeye hiç yabancı değilim, çünkü Aşkın Gözyaşları serisinin üçlemesine sahibim kendi kütüphanemde. Bu kitapları alırken hakkında hiçbir fikrim yoktu, beni bu kadar çok etkileyen muazzam bir hikaye ortaya çıkacağını da Mevlana ile Şems'i olabildiğince tanımaya çalışacağımı da bilmiyordum... Sevgili Sinan Yağmur... Senin kalemine sağlık, bu seriyi herkese ama herkese mutlaka tavsiye ediyorum, ben Şems'i de Mevlana'yı da onun sayesinde tanıdım.. Bu kitaba gelince, bu kadar geniş ve önemli bir konu bu kadar çok fazla alan içeren ve bir kadın üzerinden işleyen, onun hayatını konu alan bir kitapta böylesine üstünkörü geçilmeli miydi? Geçilmemeliydi, geçilemez. Okurken daha önceden Sinan Yağmur'un eserlerini de okuduğum için öyle üzüldüm ki... Şems benim Mevlana'dan daha çok hayran olduğum bir yüce insan... Böyle mi tanıtılmalıydı? Sonuçta Şems ile Mevlana ile ilk kez bu kitapta tanışan insanlar da olmuş olabilir? Nasıl bu kadar yanlış anlatılabilirdi bilemiyorum... Okurken öyle kızdım, öyle üzüldüm ki... Şems'i yedi yüz küsur yıl önce zaten cahiller, bilmezler topluluğu inadına yanlış anlayıp durmuşlar, hatta bu iş onu öldürmeye bile varmış, bari şimdi bizler gerçeği bilen okumuş yazmış insanlar olarak onu yeni nesillere böyle tanıtmamış olsaydık?. Üstelik bu çok konuşulan Şems ile Mevlana ilişkisini üç ciltte önemli kişilerin bakış açılarından kaleme almış sevgili Sinan Bey... Böyle geniş bir konuyu sen nasıl kendi konunun içerisinde geçirir ve aslında gizli ana konu yaparsın?


Nedense bir de dikkatimi çekti, Mevlana- Şems- Alaeddin ve Kimya Hatun arasında geçen olaylarda da Şems'in kendi hayatındaki olaylarda da ben kilit noktaların ele alınarak o noktaların yanlış anlamalarıyla meşgul olunmuş gördüm. Tabi yine üstünkörü. Şems'i konuşturmak da bana göre bu hikayeyi iyi bilmeyen ve hiçbir zaman da bilemeyecek bizlerin haddi değil. Mevlana ile Şems arasındaki ilişkiyi ve Mevleviliği anlatırken neden böyle üstünkörü geçilmiş onu da bilmiyorum, ama derinden anlamak, Şems'i okumak gerçek Şems'i görmek istiyorsanız bence Sinan Yağmur'un dörtlemesine bir göz atın derim ben. O kadar güzel ve detaylı anlatıyor ki ben Şems'e ilk orada tutuldum !
*
Şems'in öldürülme sahnesi ise zaten canımı diğer kitapta da yakmıştı, burada da onun bu kadar ifşa edilmesine üzüldüm. Yazar bence Karen Kimya'nın aslında tek başına yetersiz bir karakter olduğunu bildiğinden işin içine böyle köklü bir meseleyi katmış gibi geldi. Zaten bu kitap nedense bana çok büyük bir hayal kırıklığı yaşattı: Örneğin; Sultanı Öldürmek kitabında da ana karakterimiz, Müştak... Yine sadece onunla ilerliyoruz, ama Müştak nerede, Karen nerede? Karen, o kadar vasat ve kabaca tasvirlenmiş bir karakter ki zerre akılda kalıcı olamazdı böyle bir meseleyle ilgili olmasaydı kitap... Yazarın diğer eserlerinde ki Sis ve Gece'yi yarım bırakmış olsam da ilerde tamamlamayı düşünüyorum, Sultanı Öldürmek ve İstanbul Hatırası'nda asla böyle bir şey yaşamadım. Öyle sevmiştim onları ki yazarın diğer eserlerinde tad bulamayacağımı düşünmezdim, ama bulamadım. Keyifsiz bir kitaptı benim için.


Kitap içerisinde en çok Mevlana Hz. türbelerindeki ziyaretler hoşuma gitti, çok yakın bir zamanda Konya'ya gidip kendi gözlerimle önce Şems hazretlerinin sonra da Mevlana hazretlerinin türbelerini, camilerini ziyaret etmek istiyorum, hatta bir turla gidersek daha bile güzel olabilir, sizlere de tavsiyemdir. Özellikle Sinan Hocamın kitaplarını okuyup hatta belki de yanımıza alıp öyle gitmek lazım o nur dolu yerlere...
*
Kitabın yalın ve günlük bir dili var, içerisinde insan tasvirinden kat be kat fazla mekan ve nesne tasvirleri yer alıyor. Tasvirler yerli yerinde kullanılmış, ne eksik ne fazla geldi bana. Gözümde de canlandırabildim, başarılıydı. Onun dışında Londra'dan ve İngiltere'den bahsetme dozu da bana çok güzel geldi, kitapta biraz fazla bahsedilse sıkabilirdi.
*
Kitap hayatımda okuduğum en akıcı kitaplardan. Ara sıra Karen'ın saçmalıklarını dinlesek de akıcılık bölünmüş olsa da bana çok akıcı geldi, yukarda da söylediğim gibi bazı kısımlar çok uzatılmıştı.


Diğer Ahmet Ümit kitaplarında da olduğu gibi hem günümüzden hem de geçmişten söz ediliyor... Geçmişten bahsediş tarzını sevmesem de bu geçmiş + günümüz olayını seviyorum ben... Tarihi malumatı da araya sıkıştırıyor yazarımız... Başka türlü yeni nesiller zaten nasıl bilgilenebilir ki? Hangimiz biz bile gidip kütüphaneye de tarih kitabı açıp, yok o nasıldı bu nasıldı diye araştırıyoruz ki? En güzeli böyle hikayeleştirip aktarmak, bu açıdan yazarlarımız çok önemli bir şey yapıyorlar... Kültürümüzü aktarıyorlar...
*
Benim okuduğum cep boyda punto büyüktü, herkesin rahatlıkla okuyabilmesi gözetilmiş herhalde. Ama bu da sayfa sayısını otomatikman iyice çoğaltmış :(
*
Kitapta çok fazla kıssa ve hikaye var, ben severim ama sevmeyenler olabilir diye buraya not ediyorum.
*
Polisiye açısından da elle tutulur hiçbir şey yoktu. Zeynep Komiser'i gördük ama bence zerre kadar bir katkısı olmadı. Çok zayıf kalmış sadece Zeynep Komiserli ve gıcık Ragıp Başkomiserli bir polisiye. O da yanıltmak için yazılmış saçma bir cinayet vasıtasıyla. Polisiye konusunda da umduğumu hiç bulamadım :(


Ben kitabı genel olarak vasat buldum, nedeni de birçok konuya eğilmiş olması ve bence insanları Şems ile Mevlana arasındaki ilişkiyi üstünkörü anlamaya zorlaması. Ya bu konuyu hiç ele almayacaktı ya da daha detaylı olarak kaleme alacaktı... Ki bu mevzu aslında başlı başına bir sürü cilt konusu ama yine de insanları ucundan kıyısından merak ettirmek istiyorsan bile daha detaylı ve dişe dokunur bilgiler sunmalıydın, olmamış :( Karen Kimya, saf ve temiz ama biraz yine kısır bir karakterdi- hamile bir kadına kısır karakter teşhisi koymak da ancak bana yakışırdı zaten :)- etkili olamadı, yetersiz kaldı, baskın değildi. Mennan çok tatlı bir yan karakterdi, kitabın sonunda yine bir 'Eden bulur' algısı ve logoya benzer ölüm çok ama çok zorlamaydı. Daha doğal bir ölüm, kitabı daha inanılır ve gerçekçi kılabilirdi. Yine kitapta bir tane yerli şiveyle konuşan cahil kadın da kitapların olmazsa olmazı olarak kitapta yer alıyordu. Sevmedim, gereksiz buldum, her temizlik görevlisi şiveli ve cahil bir kadın mı olmalı? Gayet kültürlü, düzgün konuşan insanlar temizlik görevlisi olamıyor mu bu memlekette? Kitaplarda bile mesleğe göre insan saçmalığı devam ediyor... Nedense toplumuzda her mesleğin bir insanı var: Öğretmenin tipi belli, temizlikçinin öyle, ve ne yazık ki şiveniz ve giyiminiz belirliyor mesleğinizi...


Ben kitabı zorla okudum, bitsin diye dua ettim çünkü Şems'e bu kadar iftiralar atılmasına, yanlış tanıtılmasına gönlüm razı olmadı. Evet olayların sonunda Şems'in masumiyeti ortaya çıkıyor ama atılan iftiralar öyle göze sokulmuş ki masumiyetini anlattığı kısımlar kitabın çok gerilerinde kalıyor... Dediğim gibi aynı anda bir sürü şey anlatmaya çalışılırsa ve hepsine aynı alan ayrılırsa işte böyle olabiliyor... Ancak sizler belki sevebilirsiniz, ben sevemedim diye okumaktan vazgeçmeyin sakın!
*
Kitabı, Ahmet Ümit hayranlarına, uzun sayfalı kitap severlere, karmaşık kitaplardan ve karakterlerden hoşlananlara, akıcı hikaye ve roman severlere tavsiye ederim, yani neden olmasın bir şans verebilirsiniz bence. Ancak benim gibi asıl Şems'i ve Mevlana'yı okumak isteyenlere kesinlikle Sinan Yağmur'un serisini tavsiye ederim, ki o kitapların genel yorumunu da yakında kitapları yeniden okuduktan sonra buraya bloguma yazacağım, takipte kalmayı unutmayın sakın ! Kitapsız kalmamanız dileğiyle...

Diğer Ahmet Ümit eleştirilerim:



Kitaba puanım: 3

Takipte Kalın




hasibecengizkarakuzu@gmail.com
Herkese sevgiler, 

Hasibe ♥️















You Might Also Like

6 yorum oku / yaz

  1. kitap fena değildi ama başkomiser nevzat'lı kitapları daha iyi bence..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet galiba öyle zaten o serisi daha meşhur...

      Sil
  2. Bu kitabı okumadım fakat merak ediyordum. Yorum için teşekkürler. Cep boy kitapları sevmiyorum ve artık almıyorum. Gözlerimi çok yoruyorlar. Sevgiler.))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de aynı durumdayım, bir ara cep boylara takmış durumdaydım, neyse ki geçti. Ben de çok teşekkür ederim...

      Sil
  3. Paylaşım için teşekkürler...
    Sevgiler (◡‿◡✿)

    YanıtlaSil

Fikrini paylaşırsan çok sevinirim:)))